CHP Lideri Özgür Özel: “YSK, O Kongreye Yargı Eliyle Darbe Yapılmaya Çalışılınca Toplandı, ‘Yeter Artık Be Kardeşim’ Dedi”

25.09.2025

“BU SUÇUN BÜYÜĞÜ AK PARTİ İLE BİRLİKTE O FETÖ DENEN BELADA”

“MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’DAKİ EMANETİNE, 5 BİN TANE AK PARTİ’NİN EMRİYLE ANAYASA ÇİĞNEYEN POLİSLE GİRİLİR Mİ YA?”

“KEMAL BEY’İN EŞİNE SÖYLENMİŞ SÖZÜ, KENDİ EŞİME, KENDİ ANNEME SÖYLENMİŞ SÖZ SAYARIM”

“İKİ YIL ÖNCESİNE İLİŞKİN BİRÇOK ABUK SABUK DAVA KONUSUZ KALACAK”

“CUMHURBAŞKANI ADAYI EKREM İMAMOĞLU OLSA BİR DAHA YENECEK, O YÜZDEN İÇERİDE; MANSUR YAVAŞ OLSA BİR DAHA YENECEK, O YÜZDEN ONUNLA UĞRAŞIYOR”

“CHP’LİLERİN İRADESİNİ GASP ETMEK İÇİN KAMİKAZE DALIŞI YAPIYOR DA SENİN GÜCÜN YETER Mİ BÖYLE BİR ŞEYE?”

“YÜKSEK SEÇİM KURULU GÖREVİNİ YAPTI, AKSİNİ YAPAMAZDI, YAPMAMALI”

“MAHKEMENİN DE VAZGEÇMESİ LAZIM, İSTANBUL’DA İRADE YENİLENMİŞTİR, ARTIK O İŞ DÜŞER”

“SUMUD FİLOSUNA DENİZ KUVVETLERİMİZ EŞLİK ETSİN, TBMM’DE HEMEN DESTEK VERMEYE HAZIRIZ”

“ERDOĞAN TRUMP’A HEDİYE PAKETİ İLE GİTTİ; TRUMP’A PARA BULUYORLAR AMA EMELİ TURGUT AMCAYA BULAMIYORLAR”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Tele1 TV’de Gökhan Kayış’ın konuğu oldu. Soruları yanıtlayan Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, kanala uygulanan yayın durdurma cezası ve son olarak açılan soruşturmayla ilgili, “Öncelikle tabii geçmiş olsun demek isterim. Bir hafta boyunca ekranların karartılmış olması, 2025 yılında Türkiye gibi demokrasi ile yönetildiği iddia edilen, anayasasına göre düşünce özgürlüğü güvence altında olan bir yerde söylenen sözden, yapılan haberden dolayı… Hatta sizinki artık iyice uç bir şey, canlı yayında söylenen sözleri yayınlamaktan dolayı ekran karartılıyor. Bu büyük bir yanlış, büyük bir ayıp. Ona tepkimizi de gösterdik, dayanışma da gösterdik. Türkiye’de toplum da Tele1 ile büyük bir dayanışma gösterdi. Bunu da görmek lazım. Bu son mesele ise artık bir fırsatçılık” dedi. Özel, şunları söyledi:


“SÖZÜN ÜSTÜNDE TEPİNMEDEKİ MAKSAT FIRSATÇILIK”

“Ben gerçekten ilk önce KJ’yi duydum. Tele1’in yayın politikasını biliyorum. Ama tırnak içinde. Yani birisi söylemiş demektir tırnak içinde olduğunda. Kim söylemiş diye hemen baktık. Yayında mı söylemiş, bir yerde söylenmiş de alıntı mı yapmış? Sözün sahibi yok. Sonradan anlaşıldı ki canlı yayında söylenen bir söz o anda, hızlı bir şekilde kısaltılırken ‘Trump ile Netanyahu’nun ne farkı var?’ yazılacakken, bir dakikayı geçmeyecek bir süre ekranda böyle kalmış. Sonra ekrandan çekilmiş. Aslında hiç gerek yokken, ne olmuş mesela? İletişim Başkanlığı’ndan tutun parti sözcüsüne kadar açıklama yapmaya başlamışlar. Aslında bu sözden çok rahatsız oluyorsan 50 saniye durmuş, gitmiş. Bu sözün bu kadar üstünde tepinip, köpürtüp, bütün Türkiye’ye duyurmanın ne faydası var? Ama maksat o değil. Maksat, fırsatçılık, muhalefeti sindirmek. ‘Tele1’e bir ceza daha verebilir miyiz? Ekranı bir daha karartabilir miyiz? Yarın öbür gün kalıcı olarak kapatmak için bir imkan olur mu? Seçimlere giderken Tele1 gibi objektif yayıncılık yapan, muhalefetin de sesini duyuran, toplumun sesini duyuran bir kanalı iyice sindirebilir miyiz?’ diye saldırıyor. Bakıyoruz, daha sonrasında kanal kurumsal olarak da bu hatayı kabul etmiş, geri çekmiş. Özür dilemiş yani, daha ne yapacaksın? Ama onun üstüne ‘Yine haydi gelin mahkemeye, ifade verin. Yok şudur, yok budur.’ Gerçekten yapılan işin bir fırsatçılık olduğunu ve temel maksadın şu olduğunu görelim. Dün mahkemeleri vardı. Bir kez daha ertelendi veya evvelsi gün, TÜSİAD Başkanı’nın. TÜSİAD Başkanı ne yapmış? Kürsüde çıkmış, ekonomi ile ilgili eleştirilerini, demokrasi ile ilgili eleştirilerini dile getirmiş. TÜSİAD Başkanı’nı ve bir yöneticisini alıyorlar, herkesin gözü önünde Çağlayan Adliyesi’ne götürüyorlar, getiriyorlar, yurtdışına çıkış yasağı veriyorlar. Ayşe Barım, özelliği birçok sanatçı ile tanışık olması, menajeri olması. Ta bundan 12 sene evvelki bir protestoya katıldı diye alıyorlar, içeride tutuyorlar. Onun adına gelen ve ifade verenleri de ‘Yalan ifade verdin’ diye tekrar sorguluyorlar, bütün bir sanat camiası. Öğrencileri… Biz miting yapıyoruz Saraçhane’de, 100 binlerce kişi var mitingde. Bir gece bir milyonu geçti biliyorsunuz, 24’ü gecesi 1 milyon 200 bin kişi oldu. 550 bin, 600 bin kişiyle miting yapıyoruz. Kimsenin burnu kanamadan toplanıyoruz, dağılıyoruz. Gitmeden evvel dağılmakta geciken bir grup genç var. Onlarla bir sürtüşme yaratıyor polis ama orada da bir gözaltı yok. Olan yerde de ne bileyim işte Bozdoğan Kemeri’nin önünde de bir gözaltı yok. Sonra bir patırtı, gürültü. Gidip bir metro istasyonundan 20 genci alıyorlar, içeri koyuyorlar. Neyle suçluyorsunuz, 2911; yani toplantı ve gösteri yürüyüş kanununa muhalefet. Başka bir suç var mı? Yok. 80 gün içeride tutuyorlar. Bütün bir yaz boyunca.”

“ERGENEKON GÜNLERİNE GÖRE YARGININ DURUMU DAHA BETER”

(Halen cezaevinde olan genç var mı?) “Yok şu anda. Benim bildiğim 100’üncü gün etkinliği, 100 Kara Gün etkinliğinde tutuklanan gençlerden 3 Eylül’de davası olanlar vardı, 12 Eylül’de olan vardı. Her iki davadan da artık tutuksuz yargılanıyorlar. Ama mevzunun fena tarafı şu. Toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa muhalefetten ceza alsan da içeride yatarı yok. Bu arkadaşlar ilk kez zaten hakim karşısına çıkmışlar. Ne olursa olsun, her şeyi en kötü yorumlayan hakim bile kararını verdiğinde bir gün yatmayacağı halde, bu gençlere tutuklama tedbiri koyuyorlar. Bu ne demek? Mussolini gibi ön infaz, ‘cezayı baştan ver.’ (Ergenekon günlerini hatırlatmıyor mu?) Daha beter. Bakın bir şey söyleyeyim mi? Ergenekon günlerine göre yargının durumu daha beter. Ergenekon’un hakimi Özese’den o günlerde kavga etmiş… O beni mahkemeye verdi. Bana fezleke geldi. Ben onu HSK’ya şikayet ettim. Darbeden sonra gittim HSK murakıbına gittim bilgi ve belge verdim. İzmir Askeri Casusluk davasını en yakından takip etmiş, hakimleri ve savcıları hakkında suç duyurusunda bulunmuş birisiyim. Balyoz’un hakkında kitap yazdım Veli Ağbaba, Nurettin Demir ile birlikte. Kitabın adı, Balyoz Kumpası. Biz ‘kumpas’ dedik, sonra ‘Milli ordumuza kumpas kurmuşlar’ diye AK Parti aldı, bunları kullandı Erdoğan. O dönemde bile, bakın ‘bile’ buna göre yargının gözü dönmüşlüğü daha azdı. Olacak iş değil ya. Ergenekon’dan beter bunlar. Niye? O dönemde FETÖ’cü hakimler vardı, kritik yerlere yerleşmişti. Ama belli bir eğitim, müktesebat, liyakatle gelmiş hakimler de vardı. O özel mahkemelerde büyük bir hukuksuzluk yaşanıyordu. Ama genel olarak yargı bu kadar ele geçirilmemişti. Ama bu suçun büyüğü AK Parti ile birlikte o FETÖ denen belada. Yaklaşık 5 bin FETÖ’cü hakim ve savcı gidince, yerine avukatlardan hakim ve savcı alırken bunlar AK Parti üyesi olmuş, gençlik kollarında görev yapmış, AK Partililiklerinden, sadakatlerinden tam emin oldukları insanları gelip hakim ve savcı yaptılar. Biraz önce bir dostumuzla konuşuyorduk, diyor ki ‘Adliyeye düşen birisine hemen soruyorlar: Hakimin yaşlı mı, genç mi?’ Eğer gençse maalesef, içlerinde tenzih ederim. Aksi varsa desin ki ‘Ben böyle değilim.’ Ama AK Parti’nin eleğinden elene elene en AK Partililer geldi ve şimdi buralara oturdu.”

“BU HAKİMLİK DEĞİL, ADALET DEĞİL”

“Maalesef öyle bir hal var ki, gencecik insanlara da huzur vermiyorlar. Bu özellikle başsavcı gibi siyasetten gelmiş kişiler, bir mahkemede mesela biri İstanbul Büyükşehir davasında, dokuz kişinin dokuzunu da tutuklamış. Yedisini tutuklamış, ikisini bırakmış. Yedisini tutuklamış, beşini bırakmış. Çeşitli mahkemeler var, orada bir mahkemenin hakimi dedi ki ‘ Tutuksuz yargılama esastır.’ Tamamını tutuksuz yargılayacağını söyledi. Dedik ki ‘Ya ne kadar güzel bak, keşke hepsi bunun gibi yapsa.’ Ertesi gün tutuksuz yargılamaya itiraz yan mahkemeden. Hepsini tutukladılar. Bu hakimi de icra mahkemesine sürdüler. Şimdi düşünün ki bir hakim kararı verirken eğer şöyle düşünürse, ‘Benim aldığım eğitimin gereği, vicdanımın gereği, mesleğimizin gereği tutuksuz yargılama esas. Kaçmayacakları da belli. İfadelerini de aldım. Ben bunu salayım’ derken, içinden şöyle diyor: ‘Yahu geçen gün arkadaşım birilerini tutuksuz yargılıyordu, onu sürdüler, beni de sürecek.’ Bu sefer şöyle düşünüyor: ‘Ya bir düzenim var. Çoluğum var, çocuğum var. Mesleğin gereğini yaparsam böyle olacak, başsavcının istediği gibi davranmak zorundayım.’ Bu hakimlik değil, bu adalet değil. Sözümü şöyle toparlayayım bu kısımla ilgili. İş dünyasını TÜSİAD’la, sanatçıları Ayşe Barım’la ve belli başlı bilindik sanatçılarla, diğer taraftan bütün öğrencileri metrodan topladıkları öğrencileri… Bakın polisle karşı karşıya filan gelmemiş. Metrodan toplandıkları öğrencileri bir yaz boyunca hapiste tutarak, hem bütün öğrencilere İstanbul’da, ‘Bak eyleme gitti, metrodan aldılar. Gidersem benim de başıma gelir…’ Annelerine, babalarına ‘Çocuklarınızın eyleme gitmemesi için onlara söyleyin, yoksa hapse düşerler’ diyerek bir gün hapiste yatmaması gereken çocuğu bütün yaz hapiste yatırarak, bütün Türkiye’ye korku salmaya çalışıyorlar. Bunun üzerinden ayrıca belki o konulara değiniriz.”

“ASLİYE HUKUK ÜZERİNDEN OPERASYON ÇEKİYORLAR”

“Dün artık YSK Başkanı çıktı, anayasanın ilgili maddesini hatırlattı. ‘Seçimler seçim kurullarının ve Yüksek Seçim Kurulu’nun işidir. Size ne be kardeşim?’ dedi. Asliye Hukuk mahkemesi üzerinden bir siyasi partiye operasyon çekiyorlar. YSK bıkmış, bunlardan ‘illallah’ demiş. (İletişiminiz var mı?) Yüksek Seçim Kurulu bir üst kurul, bir mahkeme. Bizim iletişimimiz onlarla yazdığımız dilekçe, aldığımız cevap. Böyle bir insani iletişim olarak söylemiyorum ama YSK’nın dün birçok televizyonda da vardı, ‘Yeter artık’ dedikleri. Adliye muhabirleri tarafından yazıldı, çizildi. Biz de öyle okuduk. Şimdi YSK Başkanı varıp da ‘Yeter artık’ diye bana söylemedi. Ama aldığı karar da onu gösteriyor. YSK Başkanı kapının önüne çıktı, kendi söyledi. (Kararı duyunca ne hissettiniz?) Hukuk devletinin ne kadar önemli bir şey olduğunu, bu kadar ağır darbe aldığımız bir süreçte YSK’nın belki de kendisini korumak için… Neden? Yoksa varlık sebebi ortadan kalkacak. Türkiye’de seçimler yürüyemez böyle olursa. Türkiye’de dünya kadar Asliye Hukuk mahkemesi var. İstanbul’da 45 varmış, belki 60 tane Asliye Hukuk mahkemesi var. Her birisi YSK’nın temyiz mercii olabilir mi? Alınan kararları bozma yetkisinde olabilir mi? O zaman her siyasi görüş kendine bir Asliye Hukuk mahkemesi Hakimi ayarlar, o onun seçimini bozdurur, o onunkini bozdurur, Türkiye’de siyasi parti ve siyasal düzen diye bir şey kalmaz. Terör yaratırsınız ya.”

“BU YAPILAN, YARGI TERÖRÜDÜR”

“Terör dediğin, devletin ortaya koyduğu, bütüncül istikrar halinin ortadan kalkmasıdır. Bu yapılan, yargı terörü. Yani sen iki sene önce kurultay yapmışsın. Kurultayınla ilgili parti üyesi olmayan iki meczup iftira etmiş. onlara dayanarak, sekiz - dokuz kere dava açılmış. Davaların her birisi görevsizlikle Ankara’ya yollanmış, Ankara’da birleşmiş. O dava önden başka bir mahkemede görüldüğü için burada artık açıldığında gidip Asliye Hukuk gereğince orada birleşmesi lazım. Takvime bakmışsın, nisan ayından itibaren, 15 Ağustos günü o hafta Asliye 45 nöbetçi. Asliye 45’te bizim AK Parti’den gelen, kendisi AK Parti döneminde Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı olarak Karayolları Genel Müdürlüğü’nün anlaşmalı avukatı olan, eşi AK Parti döneminde İBB’ye girmiş bir avukat olan… Biliyorsunuz AK Parti döneminde İBB’ye girmek için böyle koyu AK Partili olman, çok sağlam referansının olması lazımdı. Bizim gibi liyakate göre, her siyasi görüşten insana alan açmıyorlar. AK Partili olacaksın böyle. Olan birisinin 45 Asliye’de nöbeti var, mahkemesi nöbetçi daha doğrusu. Oraya getirip davayı kabul ettirmiş. Reddedilmesi gereken, görevsizlik verilmesi gereken davayı. Sonra adli tatilin bittiği gün tedbir kararı koymuş. Oysaki ‘26 Eylül günü duruşmam var’ dediği halde, bize savunma yapma fırsatı dahi vermeden. Yapsa ne yapacağız? ‘Sen bu mahkemeyi göremezsin. Ankara 3’üncü Asliye Hukuk’ta görülüyor’ diyeceğiz. O lafı duymadan ‘Gözüm kapalı, kulağımı kapadım’ deyip suçu işlemiş hakim.”

“YSK, ‘YETER ARTIK’ DEDİ”

“O hakimin yaptığı işle iki yıl önceki İstanbul İl Kongresi’ne tedbir koyacaksın. Daha sonra o tedbir koyduğun kongrenin delegeleri kendi iradeleriyle gidip noterden para vererek, kongreyi yenilecekler. Bunu engel olmaya çalışacaksın, sen ve kayyımın. Sarıyer İlçe Seçim Kurulu kayyımına ‘Sen yetkili değilsin’ diyecek. Yüksek Seçim Kurulu’na başvuracaklar, o kararını verecek. Yapılan bütün başvuruların boşa çıkacak. Yeni irade ortaya çıkıyor dün. Sen oraya icra memuru yollayacaksın. Ne yapıyorsun sen? Gidip orada ne yapacaksın? İcra memuru kanalıyla haciz yapıyor, neyi haczetmeye gidiyor? CHP’lilerin iradesini haczedecek. Utanmazlığın dik alasındayız, son noktasındayız bakın. Bugün Asliye 45’in hakimi şöyle yapıyor; kamikaze dalışı. Cumhuriyet Halk Partisi’ni öyle arkamızda boğaz manzaraları var, bir gemi gibi düşünün. Kamikaze dalışı yapıyor. Kendi hakimliğini inkar ederek, mesleğini inkar ederek, gelecekte bu mesleği yapamayacağını bilerek, olmayacak bir kararla CHP gemisinin bacasından içeriye dalıyor. kendini de patlatıyor, gemiyi de batırmaya çalışıyor aklı sıra. Kardeşim senin gücün yeter mi böyle bi şeye? O geminin ilk kaptanı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk. O gemi o sularda yüzsün diye dünya kadar şehit kanı dökülmüş, dünya kadar gazimiz var. Bu memleket ölümü göze almış o gemiyi yüzdürmek için. Bu gitmiş, ‘Ben bu geminin bacasından dalarım, ben başaracağım bu sefer.’ Al başardın, ne oldu? Görülmekte olan bir kongre var. Yüksek Seçim Kurulu, o kongreye yargı eliyle darbe yapılmaya çalışılınca toplandı, ‘Yeter artık be kardeşim’ dedi. Anayasayı hatırlattı, ‘Senin yetkin yok’ dedi.”

“İŞTE O ZAMAN ‘HAKİMLER VAR’ DERİZ”

“(‘Ankara’da hakimler var’ gibi bir duyguya kapıldınız mı?) Hiç öyle bir duyguya kapılmaya gerek yok. Ne zaman bu rejim değişecek, Ne zaman hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına dayalı, CHP’nin ele geçirdiği bir yargı değil, bir daha kimsenin ele geçirilemeyeceği bir yargı düzeni kurulup yerleşecek; o zaman ‘Ankara’da da Sinop’ta da Manisa’da da hakimler var’ deriz. Bugün HSK’nın kararı, olması gereken, doğru, kendi pozisyonlarını da doğru tarif eden, seçim hukukunu, anayasal güvencesini hatırlatan bir karar. Şöyle bir yanlışın içine girmeyelim: Yani bir yerde, olması gereken bir şey olunca ve onu alkışlayınca sanki oradakiler bir eksiklik yapmış, CHP’den yana bir şey yapmış, çok iyi bir şey yapmış… Görevini yaptı. Nasıl bu sabah örneğin Antalya’da bir doktor kendisine getirilen üç yaşında bir bebeğin sırtını dinledi, biraz ateşi varmış, ilaç yazdı. Nasıl İstanbul Sultangazi’de bu sabah kalkan birisi kot dikim atölyesinde kotunu dikiyor. Nasıl bugün Manisa’da bir eczacı hastasını yolladı, şimdi döndü ve başka işlerine bakıyor. Nasıl bir benzin pompacısı depoyu dolduruyor. Bunun karşısında işini doğru yapmanın gereğini yapıyor. YSK’nın dün yaptığı budur. İşini yapıyor adamlar, bırakın işlerini yapsınlar. Böyle bir konuda asla ve asla olması gerekeni ekstra iyi bir şeymiş gibi görmemek lazım. Bunu normalleştirmemek lazım. Yani Türkiye’de yargı düzeni budur; aman efendim Ankara’da YSK çok iyi bir iş yaptı. YSK görevini yaptı. Aksini yapamazdı. Yapmamalı. Aksi teklif dahi edilemez. Aksi durumda Türkiye’de hiçbir kimsenin mazbatası kalmaz. Bakın şu kadarını söyleyeyim, öyle bir nokta ki bugün Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir asliye hukuk mahkemesine bir avukat gitse, başvursa ve dese ki bir tane delil bulsa yanına. ‘Ben referandumda oy kullanacaktım, bir gece öncesinde birisi geldi ve bana para teklif etti. Oyumu ona göre değiştirdim’ dese, bu asliye hukuk mahkemesi de ‘Referandumda kullanılan iradeye fesat karışmıştır, ben referandumu iptal ediyorum’ dese, dolayısıyla da Erdoğan’ın da bu anayasa değişikliğine göre Cumhurbaşkanlığı hükümsüzdür, yerine de bu yanımdaki adamı, eski bir AK Partili bulsa oradan, suç işlemiş AK Parti’den uzaklaştırılmış birisini bulsa. Bunu da dese ‘Cumhurbaşkanı atadım.’ Bu karar ne kadar hukukiyse, İstanbul’da il başkanlığımızda yaşanan da aynıdır.”

“O SABIRLARDA ÇOK KUSURUM VAR”

(Kayyımlar Kemal Beyle birlikte mi hareket ediyor?) Ben Kemal Bey ile bu yaşananları aynı cümle içinde almak istemem: Berhan Şimşek, partinin çok uzun yıllar gerçekten sabrettiği bir figürdür. Neden sabrettiği bir figürdür, Cumhuriyet Halk Partisi’nde çok önemli bir görev. Belli bir süre bu görev yapılmış, bunun geçmişine hürmeten eski il başkanını partiden uzaklaştırılmasın diye her birimiz sabrettik. Öyle ki geçen sefer parti saldırı altında. 19 Mart darbesi yaşanmış, 23 Mart’ta Ekrem İmamoğlu içeriye atılmış, partiye kayyım atanacak, partiye atanmaya çalışılan kayyımı partinin karşısındaki kafeden çevirmişiz. 5’e 5 kala hamlemizle, olağanüstü kongre toplamışız. Olağanüstü kongrede birlik ve bütünlük göstermiş delege. Onun gibi tedbir de almadık, yani ‘İstanbul delegesi kullanmasın’ filan da demedik. Bin 200 küsur delege oy verip ‘Genel başkanın arkasındayız’ diyor. O gün elinde olmayan imzalarla, ‘Kürsüye çıkacağım.’ Çık, çıkmıyor. Bağırış, çağırış, kurultayı birbirine katıyor. Adamların tek amacı, ‘CHP’de kavga var görüntüsü.’ Kurultayı birbirine katıyor. O gün partinin genel başkanına dünya kadar laf söylüyor. Kapatıyoruz, ertesi gün telefon açıyor. ‘Beni otobüsün üstüne çıkarın, konuşma yapacağım’ diye filan. Böyle, bu kadar sabredildikten sonra artık bıçak kemiğe gelmiş. Partiden uzaklaştırılmış birisi. Üslubuyla, sözüyle, bugüne kadar sabredilmiş yani. O sabırlarda üzerimde çok kusur var benim. Yapmayalım, etmeyelim, sabredelim, atmayalım. Diğer taraftan Gürsel Bey kendisi istifa etmişti. Daha sonra istifasını işleme koymamış. Bizim hürmet ettiğimiz, saygı gösterdiğimiz birisi ama bu süreçte partiye kayyım atandığı gün benim için kolayı neydi, Gürsel Bey de ağabeyimizdi. Buyursun, gelsin. Yahu sen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisine hiçbir mahkemenin almadığı kararı AK Partili hakime getirip, aldırılan operasyonla bu partiye kayyım atanmasına, babamı atayacaklar bak, canım kardeşimi atayacaklar, biricik kızımı atayacaklar partiden atmazsam namerdim. Niye? İşin mantığı şu. AK Parti yargısı operasyon çekiyor. Senin ne kadar bir iyi iplik olduğun belli değil. O iplikle sana bu hastayı diktirmezler. Ayrıca bu görev kabul edildiği andan itibaren takınılan üslup… Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’daki emanetine, 5 bin tane AK Parti’nin emriyle anayasa çiğneyen polisle girilir mi ya? Bakın bugüne kadar Cumhuriyet Halk Partisi’nde bir büyüğüm yoktur ki ‘Özgür Özel şu tarihte bana saygısızlık yaptı’ desin. Yapmadım. Hayatım boyunca bakın özel hayatımda özre muhtaç birçok hatam olmuştur, büyüklerime karşı, küçüklerime karşı, kalp kırmışımdır. Bu partide bu partinin bir büyüğüne, geçmişte görev yapmış birisine bir kusurum, bir hatam, bir kabahatim olmamıştır, kalp kırmamışımdır. Bu kısmını anlatamayacağım, duygulanıyorum: Hiçbir şeye bozulmam. 72 yaşında kadın gece sabaha kadar nöbet tutuyor. Ona bir karış mesafeden gaz sıkıyorlar. Ne diye? Kayyım gelecekmiş, Özgür Çelik’in koltuğuna oturacakmış. Ayıptır yahu. Kapının önünde aracın içinden, ‘10 dakika içinde bana şu taviz verilmezse, randevu verilecek, kayyım olarak kabul edileceğim. 10 dakika sonra gireceğim içeri.’ Arkadaşlarımızla temas kurmuş, bir şey yapmış. Yarın öbür gün bu işler biter, Gürsel Tekin‘in bir ihtiyacı olur, insani bir ihtiyacı olur. Elini uzatır, ilk tutan ben olurum yine. Ama bu işlerin içinde dönüp de yüzüne bakmam. Çünkü neden? Burada çok ilkesel bir şey var. AK Parti’nin yargısını meşrulaştırma, yaptığı operasyonunun bir parçası olma. Ben bunu affetmiyorum. Yoksa yarın öbür gün bir daha parti ile ilişkisi kesilmiştir, odur, budur, çok insani bir ihtiyacı olur, koşar yaparsın. Ama dönüp de o selamı alsaydık biz o gün, o gün tanısaydık o işi, bugün Türkiye başka bir yere giderdi.

“GÖZÜMLE GÖRMEDİĞİM BİR ŞEYİ KEMAL BEY’E MAL ETMEDİM”

(Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Bekle, mutlak butlan gelecek’ sözlerini sarf ettiği iddiaları) Benim işim önceki genel başkanla ilgili bu iddiaları konuşma işi değil. Önceki yönetim diyorsunuz, önceki dönemde ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin Grup Başkanvekiliydim. Yani partinin yönetildiği ekibin içinde değil ama o ekibin kararlarını mecliste uygulayan, gruba uygulatan üç vekilinden biriydim Kemal Bey’in. Bu yüzden geçmiş dönem yönetimi ile bu yönetimin arasında bir şey yaratma değil, geçmiş dönem yönetimin içindeki herkes şu anda İstanbul sürecinde Özgür Çelik’in, Türkiye sürecinde Özgür Özel’in, hattı zatında Cumhuriyet Halk Partisi’nin arkasında. Az sayıda arkadaşımız da mesafeli olarak uzaktan bakıyorlar. İmza atmıyorlar, oy vermiyorlar falan filan. Ama öyle Kemal Bey, bir partinin içinde ayrı bir grupla eski yönetim olarak falan böyle bir şey yok. Cumhuriyet Halk Partisi’nde böyle bir şey yok. Kemal Bey’e de bu söylenenleri yakıştırmam. Kemal Bey’in adını kullanan, işte partiden bir tane avukat atmışız. Adam düpedüz yalan atmış. Efendim işte seçim gecesi güya HDP kazanınca sevinmişiz de. Bakın şimdi biz Muharrem İnce ile birlikteyiz. Ayrı parti kurdu gitti, geldi. Bir kere Muharrem İnce’ye kötü bir söz söylememişim bugüne kadar. Muharrem İnce’nin partisine gitmiş, oradan da disiplinle atılmış. Gitmiş, Kemal Bey’in bu süreçte bir şekilde oradan, buradan oralara dahil oluyorlar, efendim bakıyorsunuz bu süreçlerde parti aleyhine yazılan dilekçeleri yazıyorlar. Millet de diyor ki ‘Bu oralarda durduğuna göre Kemal Bey yapıyor o işi.’ Kemal Bey’in geçmişte birlikte olduğu, beraber olduğu, sağında - solunda, etrafında olan bazı adamların bugün yaptığı sapkınlıkları Kemal Bey’e mal edenler var. Ben gözümle görmediğim, kulağımla duymadığım bir şeyi Kemal Bey’e bugüne kadar mal etmedim. Ayrıca olur olmadık yerlerde Kemal Bey’e sosyal medyadan saldırılar ya da ailesine yönelik bir şeyler… Bunların hepsinin tamamen karşısındayız. Son dereceye yanlış buluyoruz. Fatih Altaylı’ya eski milletvekili diyor, Kemal Bey’e yakın bir milletvekili gitmiş. Bunların tamamı son derece yakışıksızdır. Yapmamak lazım. Hele hele aile ile uğraşmak, çolukla çocukla, eşle uğraşmak… Ben Kemal Bey’in eşine yapılmışı, kendi eşime yapılmış sayarım. Kemal Bey’in eşine söylenmiş sözü, kendi eşime, kendi anneme söylenmiş söz sayarım. O yüzden bunların tamamı yanlış. Burada şu oyuna kimse gelmesin; Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanını, önceki genel başkanla bir tartışma halinde tutmanın bu partiye hiçbir faydası yok. Çünkü biz artık biz değiliz. Kemal Kılıçdaroğlu SSK Genel Müdürlüğünden emekli Kemal Kılıçdaroğlu değildir. Cumhuriyet Halk Partisi tarihinde bu partinin Genel Başkanı olarak görev yapmış, beni eleştirse, bana en kötü sözleri söylese, zaman zaman sert eleştirileri oldu bana karşı. Sordular, dedim ki ‘Onun beni eleştirme hakkı var, genel başkanımdır. Benim onu eleştirme hakkım yok, mevcut genel başkanım. Bana hürmet etmek düşer. Bunu yapacağım.’”

“KÖTÜ GÖRÜNTÜLERE ALET OLMUYORUZ”

(İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik’in mazbatası) “Mazbata bugün olmaz. Onun da bir itiraz süresi var, iki gün herhalde. Tahmin ediyorum çarşamba yapıldığına göre cuma akşamüstü mazbata verilir, yetişmezse pazartesi sabah verilir. Zaten Özgür Çelik o binaya gidiyor. Çünkü benim çalışma ofisim orası. Ayrıca İstanbul İl Başkanlığımız Bahçelievler’de, o binaya da gidiyor. Gürsel Tekin, İl Başkanlığı binasına polis kanalıyla girmek istedi, yapılmaması gerektiğini söyledik. Girdiği anda o binanın statüsünü değiştirdik biz. Orası benim çalışma ofisim. Biz oradan kimseyi itmiyoruz, kakmıyoruz diye yani kötü görüntülere alet olmuyoruz… Geçen gün hatta bu partiden atılan birisi gitmiş orada kendince basın açıklaması bile yapmış. ‘Ona dahi dokunmayın’ dedim. Dokunmayın yapsın. Orası benim çalışma ofisim. İl başkanı olarak bir binası var Özgür Çelik’in Bahçelievler’de. Ama benim çalışma ofisime Özgür Çelik haftanın belli günlerinde gidiyor, 3 - 4 saat orada toplantılarını yapıyor. Zaten oranın yönetim katı, il Başkanlığı katına arkadaşlarımız polisi de kayyımı da sokmadı biliyorsunuz. Onlar arada başka bir odayı kendilerince haksız işgalle girmişler, çıkmışlar. Günde birkaç saat gelip gidiyorlar. Çok söyledi arkadaşlar, biz bunların eşyalarını atalım, kendilerine atalım, bir daha sokmayalım diye. Dedim ki ‘Bize yaşatılan görüntüyü kimseye yaşatmayın. Kalabalığız, güçlüyüz diye yapmayın.’ Ama pazartesi günü mazbata alındıktan sonra ben orayı tekrar il başkanlığı olarak atadıktan sonra artık oraya partimizden atılmış insanları öyle özel bir randevu, gerekçe, makul bir şey olmadan sokmayız. O ayrı bir şey. Bugün için biz Özgür Çelik’in mazbatasını alırız ve hem asliye hukuk mahkemesi dosyasına onu sunar arkadaşlarımız hem Ankara’daki üçüncü asliye hukuk mahkemesi bu davayı esastan karara bağladı. Önceden görülen duruşma birleşmesi gerektiği için onu da oraya hatırlatırlar. Eğer akılları birazcık başlarına gelirse, belki bir nebze aklıselim kendilerini telkin edilirse zaten bu işlerden mahkemenin de vazgeçmesi lazım. İrade de yenilenmiştir ve o iradeyle birlikte artık o iş düşer. Ankara’daki davanın da biz konusuz kaldığını düşünüyoruz. Ama sonuçta günü geldiğinde, Kasım’ın 24’ünde mahkeme kararını verecek. Ama burada esas güvence altında olan şudur: YSK Başkanı sayarken beş, altı karar saydı. İstikrarlı kararlarıyla İstanbul’daki ilçe kongrelerinin yapılmasına karar verdi. İlçe kongrelerimiz bu hafta sonu bitiyor. İl kongremizi yapılacak, olağan il kongremizde. Yani bundan birkaç hafta sonra Özgür Çelik, ayrıca 2025 yılının olağan kongresi. Bu 2023’ün olağanüstü kongresiydi. Tamamlanarak o süreç bitecek. Türkiye’de de bütün iller bitiyor. Kasım ayı içinde de Ankara’da büyük kurultayımız yapılacak. Bu takvimlerin tamamı YSK güvencesindedir zaten. İlan edilmiş takvimler... O kurultayımızın yapılması ile birlikte bu iki yıl öncesine ilişkin birçok abuk sabuk dava mava bunların hepsi de konusuz kalacak. Ondan sonra da kamuoyu da bilerek meşgul edilmek istendiği bu gündemden kurtulacak.”

“GELDİĞİ GÜNDEN BERİ EKREM İMAMOĞLU’NA SALDIRIYOR”

(‘Millete emanet’ kitabı hakkında) “Kitap, 19 Mart darbe süreci ama bunun da daha öncesinde Ekrem Başkanın 2019 adaylığı, iptal edilen seçimler, sonra yeniden büyük bir farkla seçilmesi, beş yıl boyunca bütün engellemelere rağmen yaptığı hizmetler, yeniden adaylaşması… Ekrem Başkanın bu arada uğradığı bütün hukuksuzlukların başladığı 2 Ekim kararıyla birlikte 9 Ekim 2023’te bir siyasinin, Akın Gürlek bir siyasi ve Bakan Yardımcısı. Aslında anayasanın ruhuna aykırı, lafzına güya aykırı olmayan bir şekilde İstanbul’la başsavcı atanması… Şunu hatırlayalım: Anayasamıza göre hakimler ve savcılar siyaset yapamaz. Yaparsa görev yerlerine geri dönemezler. Ama anayasaya bunlar yazılırken Türkiye’de müsteşarlık diye bir makam vardı, bakan yardımcılığı diye bir makam yoktu. Sonradan bakan yardımcılığı ihdas edildiği için Erdoğan’a da ‘Bakan yardımcıları ne iş yapacak?’ denilince ‘Teşkilatımla devlet arasında köprü olacaklar’ dedi. Hatta şu sözü söyledi, ‘Eskiden bakanlar siyasiydi, müsteşarları teknik adamlardı. Şimdi bakanlar teknik, müsteşarları yok. Bakan yardımcıları siyasetle bağlarını kuracak. Siyasi olacaklar’ dedikleri bir makam. Akın Gürlek, İstanbul’da yaptığı o çok tartışmalı kararlar aldığı ağır ceza hakimliği görevinden siyasete geçti ve bakan yardımcısı oldu. Anayasa, artık İstanbul’da bir daha hakimlik savcılık yapamayacağını söylüyorken, kanunlar bunu söylüyorken anayasada bakan yardımcılığı lafı yazmadığı için tuttular onu İstanbul başsavcısı yaptılar geriye. O, geldiği günden beri Ekrem İmamoğlu‘na saldırıyor. Çünkü onu buraya yollayan siyasi. O da bir siyasi. Onu buraya yollayan siyasetçi, ‘Ekrem‘e mani ol, bu bizi dört sefer yendi. Beşincide yenmesin’ dedi diye geldi buraya. Ekrem İmamoğlu’nun suçu, Türk Ceza Kanunu’nda yazmayan ama Türkiye’de en ağır cezalandırılan suç. Bunu görmek lazım. Onun suçu, Erdoğan’ı yenme suçu. Bu Türk Ceza Kanunu’nda yazmıyor ama en ağır suç. En ağır suçlardan birini örnek veriyorum. Eğer Ekrem İmamoğlu bugün gelse, Akın Gürlek’in karşısına geçse, ‘İtiraf ediyorum’ dese. Bundan 30 sene önce Allah korusun da ‘Birini öldürdüm, şu ağacın dibine gömdüm’ dese o ağacın dibini kazsalar, ölen kişinin kemiklerini bulsalar, Ekrem İmamoğlu’nu gözaltına alamazlar çünkü zaman aşımı var, 30 yıl geçmiş. 30 yıl önce işlese o cinayetten mesul değil şu anda. Allah göstermesin diyorum. Ama 31 yıl önce altında oturduğu o ağaçta aldığı diploma da ağaca sırtını dayamış, dersine çalışmış, diploma almış ama o diplomayı iptal ettiler. Kasten, bilerek adamı öldürmekten ağır bir suç var mı? O suçtan ağır, o diplomayla cumhurbaşkanı adayı olup Erdoğan’ı yenecek olması.”

“SADECE DÜŞMAN HUKUKU UYGULUYORLAR”

(Elazığ’da depremde ağır hasar gören ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptırmış olduğu bir kampüsün açılışı yapılacak) “Ben buranın temel atma töreninde vardım. Ekrem Başkan da oradaydı. O gün partimiz çok kuvvetli bir şekilde oradaydı. Zira Elazığ’da bu büyük depremden önceki büyük Elazığ depremi… Yani Elazığ’ın da içinde olduğu 10 ilin yaşadığı depremden önceki Elazığ depreminde çok ağır hasarlar almıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de Gazi Meslek ve Teknik Anadolu Lisesi’ni yaptırmaya söz vermişti. Ama burası öyle bir yer ki bugün detayları da yansıyacak, tam olması gerektiği gibi. Yani 21’inci yüzyılın Türkiyesi’nde bir teknik lisede, bir meslek lisesinde nasıl olur tam olarak o var. Laboratuvarlarıyla atölyeleriyle çalışma alanlarıyla sosyal alanlarıyla derslikleriyle, kütüphanesiyle, spor salonuyla muhteşem bir şey. Aslında bu ne biliyor musun? Buna bakınca herkes şunu görmeli: Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı olduğu Türkiye’de mesleki eğitim böyle olacak. Böyle okullar olacak. Normal bir ülkede böyle bir yerin açılışını bırakın Millî Eğitim Bakanı’nı, Cumhurbaşkanının da kalkıp gelmesi lazım. Şöyle olması lazım: Cumhuriyet Halk Partisi’ne teşekkür etmeleri lazım, Ekrem İmamoğlu’na teşekkür etmeleri lazım. Bu emeği görünür kılmaları lazım. Ama memlekette yöneticiler o kadar haset ve o kadar fesat ki, bırakın bunları artık böyle insani özelliklerini kaybetmişler. Sadece düşman hukuku uyguluyorlar. Karşı taraftan nefret ediyorlar. Biz burada göreceğiz bakalım Elazığ’da kimler gelecek ve kimler gelmeyecek. Biz bütün bürokrasiyi davet ettik. İnanın şunun açılışı için İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Türkiye protokolündeki davet yapması gereken herkese davet yaptı.”

“AK PARTİ’NİN TÜRKİYE’Yİ GETİRDİĞİ NOKTA BU”

(CHP’li belediyelerin kendi dönemlerinde Aziz İhsan Aktaş’la çalışmaya devam etmeleri hakkında) “O öyle değil. Şimdi Aziz İhsan Aktaş’ı kimse çağırıp da ona bir şey vermemiş. Türkiye’de belli işler var. Maalesef AK Parti’nin Türkiye’yi getirdiği nokta bu. Kamu kurumları, kendi elemanlarıyla, aracı gereci ile bu işleri yapamadıkları için, zayıflatıldıkları için, İstanbul Büyükşehir Belediyesi mesela biz ilk geldik hatırlarsanız Yenikapı’ya 2 bin küsur tane araç çizdik. O araçlar neydi? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kiralayıp birilerine verdiği, lüzumsuz tahsis edilmiş araçlardı. İçinde Numan Kurtulmuş da vardı, Akın Gürlek de vardı. Bunun yanında efendim İstanbul İl Başkanlığı’na araç tahsis etmişler, kadın kollarına, gençlik kollarına. Bizde bir tane böyle bir şey yok. Bizde bir tane İBB’den tahsisli aracımız yok. Sadece ne var? Adliyeler istiyor, teşkilatların zayıf, işleri çok onlara tahsis edilmiş araçlar var. Onun dışında böyle partiye tahsis edilmiş araç yok. Öyle bir hale getirmişler ki kurumları. Çöp toplama, ihale yapmadan yapamıyorsun. Taşımacılık, işte o araçlar. Araç yok, para yok. Şimdi 10 bin tane 15 bin tane araç kiralayarak iş yapıyor. Çöpler onunla toplanıyor, hizmetler onunla görülüyor. Bu ihalenin bir sözleşmesi var, devam ediyor. Bir çoğunda kendi döneminde yapmadığı halde devam eden ihaleler var. Ya da sen bu işi devam ettireceksin, yeniden ihale açıyorsun üç ya da dört firma girebiliyor o güçte. Mesela asfaltla ilgili ihale. Türkiye’de dört büyük firma girebiliyor zaten. Ve bu dört büyük firmaya da operasyon yapıyorlar şimdi, mallarına çöküyorlar. Sonra ‘Bu iftiranameyi imzalarsan koca firmanı geri vereceğiz’ diyorlar. Böyle bir süreç var. Yani açık ihale yapıyorsun. Parasını veren herkes dosyasını alıyor. Teklif veriyor. En iyi teklife vermek zorundasın. Vermezsen mahkeme şey yapıyor. Ama Aziz İhsan Aktaş meselesinde Türkiye’de 388 ihale almış, bunun 80’ini CHP’den, 300 küsurunu AK Parti’den. CHP’nin dönemindeki ihalelerin tamamına saldırıyorlar. Burada iki şey var. Ya hapse atıyorlar ya AK Parti’ye katıyorlar. Bizim içimizde Aziz İhsan Aktaş’la en eski, en çok çalışan belediye, ben de sonradan vakıf oldum bu konuya. Aydın Büyükşehir Belediyesi, Özlem Çerçioğlu. Ona Özlem Hanım ‘Ya partime katılacaksın ya içeriye atılacaksın’ dediler. O Topuklu Efe’nin topukları kırıldı, topukları yağladı, AK Parti’ye katıldı.”

“GÖKÇEK DÖNEMİNDE BELEDİYENİN KORİDORLARINDA PİSLİK AKIYORDU”

(Mansur Yavaş’ın dünkü değerlendirmeleri )“Şimdi bir kere Mansur Bey’in dün söylediği konu, yani kendisinden önceki dönem Mansur Bey’in Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde yani hepimiz biliyorduk zaten. Böyle belediyenin koridorlarından pislik akıyordu. Bu kadar korkunçtu. Melih Gökçek‘ten bahsediyoruz. Mansur Bey hızlı bir çalışmayla zaten herkesin gözünün önünde olan, 96 tane dosyayı çıkardı ve o dosyaları savcılığa verdi ya da Süleyman Soylu geldi dosyalara el koydu ‘Biz yapacağız’ dedi ve akışı durdurdular. 96 dosya var, her birisinden hapis yatmasından gereken dosyalar. Ancak nasıl istifa ettiğini hatırlayalım. Erdoğan demişti ki ‘Bazı arkadaşlarda metal yorgunluğu var. Onlar istifa edecek.’ Bu sözü duyunca bazıları güle oynaya istifa etti, bazıları ağlaya ağlaya istifa etti. Ama eninde sonunda istifa ettiler. Sebep neydi? Erdoğan dedi ki ‘Ya edecekler, ya biz gereğini yaparız.’ Bugün için bir belediye başkanını partinizden istifa ettirebilirsiniz ama belediye başkanlığından istifası kendi isterse yapar, yapmazsa gereğini yapacaksanız önünüzde iki yol var. Ya terörle ilişkilidir, yani FETÖ’cüdür. O dönem yapıyorlardı ya. FETÖ’cü diye alır kayyım atarsınız. Ya da yolsuzluk yapıyordur. Soruşturma açarsınız, ki böyle olmaz ama. Soruşturma açarsınız ve alıp atarsınız yerine başkası gelir. Suçunu ispatlamanız lazım tabii ama maalesef onlar yapılmıyor şimdi. Bu adam ya FETÖ’cüydü, ya hırsızdı. Bir gün adliyeye gidip ifade vermedi. Bir gün evinden gözaltına alınmadı. Bir gün tutuklu kalmadı ve 96 tane dosya orada duruyor. Mansur Yavaş gibi, Ankara gibi bir yerde yüzde 60’ın oyunu almış, dürüstlük timsali, çalışkanlık timsali, liyakat timsali şeffaflık timsali bir ismi lekelemeye çalışıyorlar. Suçu ne? Suçu, Ekrem İmamoğlu’na atılan suçla suçlanıyor o da. Bir sonraki seçimde Erdoğan’ı yenecek olması çünkü. Ekrem İmamoğlu dört kez yendi, Beylikdüzü’nde, 31 Mart 2019’da, iptal edilen seçimden sonra 24 Haziran 2019’da ve 31 Mart 2024’te. Mansur Yavaş da kendisi Beypazarı’nda başarılı belediye başkanlığından sonra Ankara’da aslında o da üç kez yendi ama bir tanesi Melih Gökçek’in gidip de İlçe Seçim Kurulu’na elektrikler kapandı, açıldı, bilmem neler falan o gün de yenmişti. Ardından da iki kez daha yendi. Resmi kayıtlara göre iki kez yendi. Yarın Cumhuriyet Halk Partisi’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu olsa bir daha yenecek o yüzden içeride. Mansur Yavaş olsa bir daha yenecek o yüzden, o yüzden onunla uğraşıyor. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi hangi Cumhurbaşkanı Adayını belirleyip arkasında durursa o kazanacak. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi de kurumsal olarak saldırı altında.”

“SAYIŞTAY GELİP DENETLEDİ, BİR ŞEY BULAMADI”

(Mansur Yavaşla şimdi ön mü alınıyor?) “Bunların siyasi olduğuna zaten hiç şüphe yok. Konser davası dediği. Birincisi bu konuda Mansur Bey şüpheli sözler söylenip karalama kampanyaları başlatılınca kendisi bir iç denetim yapmış. Hatta bazı kişileri tedbiren görevden uzaklaştırmış, hani deliller karartılmasın falan denir ya. Yapılan araştırmada bu arkadaşların hepsinin suçsuz olduğu ortaya çıkmış. Ayrıca Sayıştay gelmiş denetlemiş. Ayrıca başka müfettişler gelmiş denetlemiş, bir şey bulunmamış. Şimdi burada yaşanan şöyle bir mevzu. Hukuk devletinde, bir suç vardır ortada. Suçu görürsünüz, ne var? Hırsızlık suçu. Gidersiniz. Ne olmuş? Burada bir hırsızlık olmuş. Delillere bakarsınız, suçlunun peşine düşersiniz, hırsızı yakalarsınız ve cezalandırırsınız. Bu hukuk devletidir. AK Parti’nin şu andaki hukuk devletinde mevzu şu. Birisinin cezalandırılmasına karar veriliyor. Kim o? Ekrem İmamoğlu. ‘Bu suçlu’ diyor. Suçu ne? Hırsızlık. ‘Buna bir suç bulun’ diyorlar ve suçludan suça gidiyorlar. ‘Bu kişinin görevde olduğu dönemin tüm dosyalarını getirin bakalım, buradan bir şey bulacağız.’ Bulamıyorlar. Ama orada ne buluyor? Bir satır okuyor. Çağırıyor birini ‘Bununla ilgili bir iftira at’ diyor. Oradan delil üretip hedefteki suçludan suç buluyorlar. Şimdi Mansur Yavaş’ta da ortada bir yolsuzluk yok, bir usulsüzlük yok. Dosyalara bakılmış, temiz. Normalde hiçbir şey olmaz. Şimdi Mansur Yavaş’a kara çalmak için ‘Mansur Yavaş’ı zor duruma düşürecek bir dosya bulun, o dosyada suç icat edin’ diyorlar. O evredeyiz. O yüzden kimse ortada hukuki bir şey varmış gibi düşünmesin. İstinafın süresini de bilerek bekletiyor ki erken olsa Yargıtay’a gitse ya bozulursa. ‘Şu anda Yargıtay’daki o daireye tam hakimiyet kuramayız, bekleyin. Yargıtay’daki onay sürecine kadar o daireyi değiştiririz.’ Böyle dakika dakika planladıkları işler yapıyorlar.”

“ADAYIMIZ TABİİ Kİ EKREM İMAMOĞLU”

(Adayınız Ekrem İmamoğlu mu hâlen?) “Tabii Ekrem İmamoğlu. Benim adayım değil ki. Yani benim adayım olsa düşünürüm, belki değiştiririm. Neden? Ben karar vermişim. Derim ki ‘Ekrem Bey şimdi içeride, onun yerine şu daha doğru aday olur.’ Bunu yapamam. Çünkü benim adayım değil. Partinin adayı olsa partinin ilgili kurullarını toplarım, derim ki ‘Bir düşünelim bakalım değiştirmeyi.’ Ekrem İmamoğlu milletin adayı. Ekrem İmamoğlu’nu 19 Mart günü içeriye alana kadar CHP’nin aday adayıydı. 23’ünde de sandık kuracaktık, 2 milyon üyemizi çağıracaktık. Diyelim bunların 1,5 milyonu sandık başına gelecekti oy kullanacaktı, Ekrem İmamoğlu CHP’nin adayı olacaktı. Ama bu yapılan haksızlıktan sonra Ekrem İmamoğlu’na, sandıkların yanına koyduğumuz dayanışma sandıklarına 15,5 milyon insan gitti ve oy kullandı. Ve artık onu milletin adayı noktasına getirdiler. 15,5 kişinin aday gösterdiği birini ben değiştiremem. Kendi bile vazgeçemez. Ama Ekrem İmamoğlu’nun bu sürecinden Cumhuriyet Halk Partililerin tamamı, başta da Mansur Bey olmak üzere, ‘Ekrem Bey bu haldeyken biz var gücümüzle onun yanındayız, önce adalet sağlanacak’ dedik, bu yolda yürüyoruz. Ta ki günü gelir seçimler yaklaşır, adaylığına hukuki bir engel çıkarsa, diplomasını geri alamadık diyelim mücadele ediyoruz. Ya da bu istinafta onaylanan bir yasak geldi. O zaman Ekrem Bey’in de benim de partinin de Türkiye’nin de yeni bir adayı olur. Hep beraber arkasına geçeriz bu seçimi yine kazanırız. (‘Arkasına geçeriz’ derken, sizin de önde olma ihtimaliniz var mı?) “Ben bu partinin Genel Başkanıyım. Ben zaten olabilecek en üst konumdayım. Benim pozisyonum en doğru adayın belirlenme sürecini yönetmek. Kurultayda çıktım ve dedim ki ‘Arkadaşlar ben bu takımı şampiyon yaparım’ dedim. ‘Arkadaşlar güvenin bana, şampiyonluk maçında golü ben atacağım, kaçırmam’ demedim. ‘Penaltıyı, son penaltıyı ben kullanacağım’ demedim. Deseydim o başka bir iddia olurdu. Benim iddiam, bakın penaltıyı kimin atacağını bilmiyorum. Ama en doğru kişiye attıracağımızı biliyorum. Kaçırmayacak birine attıracağız.”

“ADAYI BEN BELİRLEMEYECEĞİM”

(İkinci aday Mansur Yavaş mı?) “Eğer Ekrem Bey’in adaylığı teknik ve hukuken mümkün olmayacak bir güne denk gelirsek adayı yine ben belirlemeyeceğim. Partinin bütün kurullarıyla tartışarak, her şeye bakarak, önümüze bütün verileri koyarak kesin kazanacak aday. Ama bence bakın son kararı yine millet verir. Biz artık şunun tadına vardık. Aday göstermek riskli bir iş. Geçmişte kimseyi suçlamak için söylemiyorum. Partimiz adaylar gösterdik. Genel Başkan olmayan birisini aday gösterdik, Genel Başkanımızın kendisini aday gösterdik, kendisi adayı oldu. Hepsinin bir yükü var. ‘Doğru mu yaptım yanlış mı yaptım?’ Ama en güzeli şu. Genel Başkan en iyi tartışma ortamını yaratsın ve partinin kurulları en doğru yöntemi belirlesin. Ama en sonunda bütün üye bile değil, millete sormak gibisi yok. Artık oradan geri dönemeyiz. Benim kendi kanaatim şu. Bunun tüzükte, yönetmelikte, kanununda, anayasada yazan bir şeyi yok. Ama bu bir demokratik kazanım. Biz artık oradan geri dönemeyiz. Yani günün birinde bir aday çıkaracaksak önemli bir mevkiiye, biz onu artık sadece üyelere bile değil millete sorarak yürümemiz lazım.”

“ALTILI MASA TARİHTEKİ YERİNİ ALDI”

(Altılı Masa yeniden olur mu?) “Altılı Masa, tarihteki yeni hatalarıyla sevaplarıyla aldı. Altılı Masa bir daha yeniden olmaz. Çünkü Altılı Masa örneğinde öğrendiklerimiz var. Nedir öğrendiklerimiz? Mesela dün akşam Filistin meselesinde Altılı Masa diye anılan partilerden dördü, ki müsait olsa altısı. Ben bir şey söyleyeyim. Yeniden Refah Partisi, birlikte Filistin Mitingi yapmıştık. Onlar da müsait olup gelselerdi birlikte olacaktık. 10 parti gelse 10 parti birlikte olur. Bir siyasi partinin düzenlediği mitinge bir anda dört genel başkan geldi. Beş - altı genel başkan da ‘Gönlümüz sizinle’ dedi, destek ilan ettiler. Ama şu kadarını söyleyeyim. Altılı Masa’dan şunu öğrendik. Farklılıkları değil birliktelikleri konuşmayı. Farklı renklerin aslında ayrılmaya değil birlikteliğe vesile olabileceğini öğrendik. Önemli. Ancak kalabalık, milletin sorunlarını çözmede bu kalabalıkla bu işler nasıl olacak gibi meselelerde de eleştiri aldığımızı öğrendik. Uzun müzakerelerin, milleti yoran, uzayan görüşmelerin zarar verdiğini öğrendik. Onun için ben şöyle bakıyorum meseleye. Özetle söyleyeyim. Parlamenter Sistem’de bir şey vardı. Herkes seçime giriyordu, kantara çıkıyordu. Millet takdir ediyordu, ‘Şu kadar milletvekili senin.’ Tek başına yönetecek gücün varsa, zaten millet sana o görevi vermiş oluyordu. Yoksa 30 gün - 40 gün - 45 gün koalisyon görüşmeleri oluyordu. ‘Biz şu ekipler, şu iki parti, şu üç parti, şunlarda uzlaşarak şöyle yöneteceğiz’ diyen bir hükümet programıyla koalisyon kuruluyordu. Şimdi bu sistem, bu tartışmaları seçimin hemen ertesi günü gündeme sokuyor. Ve diyor ki ‘Siz bir sonraki hükümetin kimler tarafından kurulacağı tartışmaları ile beş yıl geçirin.’ Bu büyük bir tuzak. Onun yerine yani şöyle oluyor. Altı parti birbirine belinden zincirle bağlanıyor. ‘Koş bakalım.’ Biri önde giderken öbürü geriden çekiyor. Birbirine mani oluyor. Onun yerine bizim, ‘Biz bu ülkeyi nasıl yöneteceğiz?’ Her parti sorunlara, ekonomik sorunlara, işsizliğe, yoksulluğa, kalkınma meselesine, iç güvenlikte, Kürt sorununda ne diyoruz biz? Bunu herkes kendini millete bir güzel anlatsın. Ne zaman seçim sath-ı mailine giriliyor. Orada da milletin kantarından önce yine bir belli oluyor kimin gücü nerelerde. Onu görelim. Ona göre tek başına kazanma gücünü kendi gören tek başına gider. Bir ittifaka ihtiyacı olan, ittifak kurar. Ama onun seçim sath-ı mailine girinceye bırakmak lazım.”

“ULUSLARARASI İTTİFAKA DÖNÜŞMÜŞ DURUMDA”

(‘Sumud’u koruyun’ dediniz. İsrail’le karşı karşıya gelme riskimiz ne olur?) “İspanya filoyu korumak üzere beş - altı tane gemisini görevlendirdi, gidiyor. Başka ülkeler görevlendirdi, zaten bu uluslararası ittifaka dönüşmüş durumda. Sumud filosunun sahipsiz olmadığını gösterin, zaten İsrail’in tutup da ne Türkiye’ye ne İspanya’ya ne Almanya’ya ne başka ülkeye bir şey diyecek hali yok. Ama yalnız bıraktığınızda saldırıya açık hale geliyor. Sumud’un yanında ona Türk Silahlı Kuvvetlerinden bir Deniz Kuvvetleri’nin unsuru eşlik etmelidir. Bununla ilgili bir tezkereye ihtiyaç varsa emre amadeyiz, hemen bakın işte burada. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, Meclis’i çağırma yetkisi onda. Yani bizde de var, biz geçen çağırdık biliyorsunuz Filistin’le ilgili. Çağırsın Meclis’i cuma günü hemen gidelim, yarın gidelim, cumartesi gidelim. Sumud gemisine Deniz Kuvvetleri’nin ilgili unsurları eşlik etsin, yetecek. Bu konuda hemen desteğimizi vermeye hazırız. Meclis’te de kimse buna karşı değil.”

“ERDOĞAN TARİHİ FIRSATI, TARİHİ ÇEKİNCEYLE TEPTİ”

(Erdoğan ve Trump görüşmesinin basına kapalı olması) “Şimdi bakın mevzu şu. Trump’ın ayarı yok, Erdoğan’ın da Trump’a karşı göstermesi gereken duruşu gösterecek mecali yok. Çünkü onunla bir çıkar ilişkisine girmiş durumda. Şimdi birçok liderle basına açık görüşmeler yaptılar. O görüşmelerde Trump’ın tavrını, tarzını biliyorsunuz. Dün Amerika Birleşik Devletleri’nin Dışişleri Bakanı tuttu, döndü ve dedi ki… Erdoğan çok basit bir şey söyledi Fox News’e çıktı herhalde Amerika’da. Dedi ki ‘Trump savaşı bitireceğim demişti, yapamadı’ dedi. Bu kadar bakın. Eleştiri falan değil, tespit yapıyor. ‘Yapamadı’ diyor. Bunun üzerine Amerikan Dışişleri Bakanı çıkıyor, kardeşim sen bir de Dışişlerisin yani diplomasiyi en çok gözetmesi gereken makamsın sen. Alıyor lafı, diyor ki ‘Bizimle bütün liderler görüşmek isterler. Erdoğan da bunlardan bir tanesi. Beş dakika görüşmek için bize yalvarıyorlar. Şimdi çıkmış konuşuyorlar. Yine sorunları Amerika çözüyor. İşte bizimle görüşmek istiyorlar. Yarın da Erdoğan gelecek, görüşecek.’ Ya bu nasıl bir şey ya? Sadece Türkiye’nin adı geçiyor, ‘Birçok ülke peşimizde. Beş dakika görüşme için yalvarma’ falan filan. Bu Türkiye saygısızlıktır. Ben Erdoğan’ı istediğim kadar eleştireyim. Onun taşıdığı sıfat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olduğu için, dedim ki ‘Bu ne hadsizlik? Sen Türkiye Cumhurbaşkanı'na bu lafı nasıl ediyorsun?’ Çok sinirlendim. Kimin cevap vermesi lazım? Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın. Ne dedi? Her zamanki tık yok. Ama imkanı olsa çeker bir TikTok videosu. Oradan, buradan poz verir. Alta Kurtlar Vadisi verir. Ben o ana kadar konuşmamıştım. Ama benim dışımda yani benim bir programım yoktu o süre zarfında. Olsa eleştirecektim. Eleştirmemiştim. Diğer siyasi liderlerden eleştiriler gelmiş. Hakan Fidan’dan tık yok. Ömer Çelik çıktı bu konuya ilişkin açıklama yapıyor. Ama Amerikan Dışişleri Bakanı’na bir kelime söylemek yerine, bu durumu eleştiren liderleri eleştiriyor veya siyasileri eleştiriyor. Şimdi bugün Erdoğan oraya gidecek, ben Erdoğan’a bir çağrıda bulunmuştum. ‘Git Trump’ın karşısına geç. Sen Netanyahu’ya neden kahraman diyorsun, bu savaş suçlusudur. Bu katliam yapıyor. Sen Gazze’yi nasıl boşaltıp da yani Filistinler’i Gazze’den sürüp tehcir edip, nasıl oraya kumarhane açacaksın? Bunlar doğru değil de, ben Amerika dönüşü Esenboğa Havaalanı’nda protokol sırasındaki yerimi alacağım. Cumhurbaşkanı Yardımcısından sonra, varsa Meclis Başkanından sonra orada seni karşılayacağım, seni tebrik edeceğim’ dedim. Bu tebrik umudu şimdiden suya düştü. Neden? Kapalı yapacaklar toplantıyı. (Bizden gelmiş olabilir mi o talep?) Yüzde 100. Erdoğan tarihi bir fırsatı, tarihi bir çekince ile çekingenlikle tepmiştir. Maalesef içeride şunu söyledim bunu söyledim. Bundan sonra onlara bu milletin karnı tok.”

“BU İŞLERİN ÇÖZÜMÜ KALİTELİ YASAMADIR”

(Atanamayan Uzman Çavuşlar Derneği diye bir çaba var. Siz de görüşmüşsünüz.) “Görev yapıyorlar. Yedi yıl görev yaptıktan sonra ayrılıyorlar. Ayrılınca hakları kamu kurumlarında bir başka göreve geçmek, yani kamu görevlisi olarak göreve devam etmek. Onu yapmıyor devlet. O konuda biz elimizden geldiği kadar belediyelerimizde zabıta olarak falan istihdam ediyoruz ama olmuyor. Biz kalıcı sorunlara yapısal çözüm üretmek üzere söz veririz.”

(Emeklilikte Adalet Derneği’nin de size çok selamı var.) “Şöyle büyük haksızlıklara uğradı insanlar. Şöyle ki bir düzenleme yaptılar. Kişi yedi gün önce sigortalı olsa emekli olacakken, yedi gün sigortalı oldu diye 16 yıl daha çalışıyor. Bu olacak bir şey değil. Hakkaniyetsiz bir şey. Bunlar tabii kötü yasama örnekleri. Yıllarca şunlar konuşuldu. ‘Ya gelin bu emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili mağduriyetleri azaltacak, devletin sırtında da, sizin tarif ettiğiniz gibi bir yükü bindirmeyecek doğru bir kademelendirme yapalım’ dendi, dinlemediler. Sonra seçim zaman apar topar bir iş yaptılar. Bazıları açısından sorun çözülmüş gibi görünse de yeni mağduriyetler doğurdular. Bu işlerin çözümü kaliteli yasamadır. Hem uzman çavuşlar açısından öyledir. Bu soruna bizim önerimiz şu: Her bir uzman çavuşun ayrıldıktan sonra istihdam edilmesi ile ilgili yasal düzenlemeyi yapalım. Bitti. Yoksa işte ‘20 kişiyi şu belediyeye koyalım, altı kişiyi bu belediyeye koyalım’ ile o işler bitmiyor. Çok yaptık bunları yani. Ama olmuyor. Burada da oturup enine boyuna bu sorunu çözecek bir şey yapmak lazım. Arkadaşlarımız kanun tekliflerini, tasarılarını, önerilerini yaptılar. Biz bunun arkasındayız. Ama bunun için çözüm iradesi lazım. Erdoğan bu tip işleri seçim sath-ı mailine girdiğinde bir seçim rüşveti diyeyim artık, yani seçim rüşvetine dönüştürüyor sadece. Onun yerine eğer bir samimiyet gösterirlerse Plan Bütçe’de ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Komisyonu’nda tüm partilerin çok yetkin isimleri var. Bu sorunu şimdiden çözebiliriz. Seçim sath-ı mailine bırakmamak lazım.”

“BAKANIN AÇIKLAMASI YERSİZ, İNSANLAR BU MAAŞLARLA AÇ”

(Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Işıkhan’ın ‘Dar gelirlilerden kısmayıp bütçeyi nereden kısacağız?’ şeklinde açıklaması oldu?) “Çok talihsiz bir açıklama. Bir de AK Parti geldiğinde, 23 yıl önce en düşük emekli maaşı sekiz çeyrek altın alıyordu. Bakın Türkiye’de her hesap şaşar, altın hesabı şaşmaz. Bugünkü parayla çevirdiğinizde en düşük emekli maaşı 56 bin liraydı. Bugün 16 bin lira. Arada 40 bin lira fark var. Bugün emekliye 16 değil, 56 bin lira verin yani Erdoğan’ı hayatlarından çıkarın, bugün 56 bin lira maaş alıyorlardı. Sadece yedi yıllık bir karşılaştırmayla, 2018 yılında, bundan yedi yıl önce bir emekli maaşı neredeyse 1,5 asgari ücretti; 1,4 asgari ücrettir. Bugün asgari ücret 22 bin lira, bence 30 bin lira olması lazım. Biz hep 30 bin lirayı savunduk. 1,5 emekli maaşı desen 45 bin lira olacak bakın. Kendilerinden önceki dönem. Bugünkü düşük asgari ücretle bile 1,5 asgari ücret verseniz 33 bin lira olması lazım. Değil mi? Ama bugün emekliler alıyorlar 16 bin lira. Son yedi yılda ne oldu? Türkiye’de başbakanlıktan yani parlamenter sistemden, bizim ‘tek adam rejimi’ dediğimiz, Erdoğan’ın ‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ dediği rejime geçildi. Geçildiği gün, bugünkü parayla 33 bin lira olan emekli maaşı 16 bin liraya düşmüş. Bu, bu rejimin emekliye iyi gelmediğini gösteriyor. Bu rejim, kadına iyi gelmiyor, çocuğa iyi gelmiyor, ormana iyi gelmiyor, sokaktaki canlara iyi gelmiyor. Emekliye de iyi gelmiyor, emekçiye de iyi gelmiyor. Kimseye iyi gelmiyor. Ama bakan öyle bir yanlışın içinde ki, ‘Biz bunlardan kısmayacağız da neyden kısacağız?’ diyor. Daha neyinden kısacaksınız? Yani şu anda bakın çok aile bir emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyor. Bakın 88 bin lira yoksulluk sınırı. Beş emekliyi bir araya getirseniz 70 bin lira alıyor, altı emekliyi bir araya getireceksiniz ki yoksulluk sınırını aşsın. Açlık sınırı, emekli maaşının yüzde 45 fazlası. Aç insanlar bu maaşla. Bir kişi, yani tek başına bir kişi evi kendinin olsa… Kira ödemesi mümkün değil. Bir emekli maaşı alsa o parayla açlık çekecek, yani o halde. Bakanın açıklaması çok talihsiz, çok yersiz.”

“TRUMP’A PARA BULUYOR, EMEKLİ TURGUT AMCAYA BULAMIYOR”

“Bir de şunu söyleyeyim, günün diğer gündemi ile uyumlu olarak. Bugün Erdoğan, Trump’a giderken hediye paketi yaptı biliyorsunuz, böyle hediye paketi. Ne var hediye paketinde? Cevizden pirince, Amerikan otomobillerinden Amerikan viskilerine kadar Amerika’dan Türkiye’ye ithal edilen ürünlerde yüzde 70’e varan vergi indirimi yaptı. Sıfırladı vergileri. Bu ne demek? Türkiye’de ceviz üreten, böyle elleri simsiyah olmuş ceviz üreticileri Amerika’dan gelen sıfır gümrüklü ceviz yüzünden emeklerinin karşılığını alamayacaklar. Neden? Bir anda Amerikan ceviziyle rekabet edemez hale gelecekler. Çünkü ondan vergi almıyor. Bugün emekliye para bulamayanlar, Trump’ın viskisinden, Türkiye’ye sattığı viskiden vergiyi kaldırıyor. Amerikan arabalarında vergiyi kaldırıyor. Amerika’da üretilen tarım ürünlerinden vergiyi kaldırıyor. Trump’a parayı buluyorlar, emekli Turgut Amca’ya bulamıyorlar. Meselenin özü bu. ‘Nereden bulacağım parayı?’ diyor. Peki Trump’la görüşmenin bir diğer şartı neydi? ‘300 tane Boeing alacağım.’ 50 milyar dolar. Ben Türk Hava Yolları’nın personelinden, kurumundan, yönetiminden, yani yönetilişinden ve bugünkü Türkiye’yi temsil edişinden razıyım. Neden razıyım? Şundan dolayı razıyım: Dünyanın en iyi havayolu şirketlerinden bir tanesi. Elbette filosunu güçlendirecek, elbette en yeni uçakları alacak, en iyi hizmeti verecek. Türkiye’ye de para kazanacak. Bu kadar söyleyeyim. Bakın şu anda ülkeyi AK Parti yönetiyor, Türk Hava Yolları onlarda. Elbette partizanlıklar, falan filan en üst yönetimde var, yönetim kurulunda çift maaşlar, üç maaşlar… Geçmişte bunlar var. Ama bugün Türk Hava Yolları cansiperane bir şekilde müthiş bir kadro tarafından dünyanın en iyi havayolu şirketi olmak için büyük bir mücadele veriyor. Bu başka bir şey. Erdoğan’ın Trump randevusu için rüşvet verir gibi Türk Hava Yolları’nın kurumsal olarak vereceği, doğru bir analiz sonunda vereceği bir kararı Trump’a kendisinin oğlu üzerinden teklif etmesi ayrı bir şey. Son derece yanlış bir noktada. Ağzından çıkan lafın karşılığı 50 milyar dolar. Emeklilere vermesi gereken para açısından şu karşılaştırmayı yapayım: Sadece 19 Mart darbesini yaparken yaktığı rezerv, emeklinin talebinin 150 katı. Bu kadar. Bunun üzerine bir şey söylemeye gerek yok. Türkiye’deki bütün emekleri güldürmek için lazım olan paranın 150 katını 19 Mart darbesinde krizi bastırmak için, dolar fırlamasın diye yaktılar. O rezerv, ihtiyacın 150 katı. Daha ne konuşuyorlar.”